• Haberler
  • Gündem
  • EKG Derneği Başkanı Metin Akgün'den Malazgirt ve 30 Ağustos Zafer Bayramı Mesajı

EKG Derneği Başkanı Metin Akgün'den Malazgirt ve 30 Ağustos Zafer Bayramı Mesajı

EKG Derneği Başkanı Metin Akgün'den Malazgirt ve 30 Ağustos Zafer Bayramı Mesajı

EKG Derneği Başkanı Metin AKGÜN, Malazgirt Zaferi'nin 954. Yıldönümü, 30 Ağustos Zafer Bayramı'nın 103. Yıldönümü münasebetiyle bir mesaj yayımladı.
--------------------------------
Başkan AKGÜN “Ağustos ayı, bizim için ZAFER ayıdır. Ağustos ayını, 26 Malazgirt Zaferi ile bu toprakların fetih gününü,  30 Ağustos Zaferimiz ile bu fethin korunması yönünde idrak ediyoruz…” diyerek başladığı açıklamasında;

“26 Ağustos Malazgirt Zaferimizi idrak ediyoruz. Devlet protokolünün katıldığı törenler düzenleniyor... Bu kutlamalarda 30 Ağustos Zafer Bayramı ile ilişkilendirmeler yapılırken, günün anlam ve önemi üzerine bildik konuşmalar, açıklamalar yapılıyor, köşe yazarları günün anlam ve önemine binaen yazılar kaleme alıyorlar ve yazmaya devam edecekler…

Ağustos ayı, bizim için ZAFER ayıdır. Bugün 26 – 30 Ağustos, bu toprakların fetih günü ve bu fethin korunması yönünde idrak ediyoruz… Evet, ezber bilgi ile de olsa, farkında olmasak da ecdadın dün emek ve yaşadıkları sınır ötesi fedakarlığın zirvesinin neticesinde coğrafya vatan kılındı…

Zaferlerin gölgesinde nefesleniyoruz. Bugün Ağustos sıcağında kanını huzur için aktan şehitlerimizi, alın terini barış için döken gazilerimizi hatırlıyoruz.  Her yıl gelen Ağustos ayında millet olarak bizler, 26 Ağustos 1071 tarihinde Anadolu’nun kapılarını İslâm’a açan Malazgirt Meydan Muharebesini, 30 Ağustos 1922 tarihinde Anadolu’nun kapılarını düşmanlara kapatan Başkomutanlık Meydan Muharebesini ve diğer zaferlerimizi hatırlarız.

Tarihimize gider, ondan aldığımız güçle bugünümüzü ve geleceğimizi inşa ederiz. Bizi başarılı kılan, zaferlere ulaştıran ruh ve manayı anlamaya çalışır; bundan yüksek bir şuur elde etmeye gayret ederiz. Zaferler ayında biz müminlere düşen, zaferlerle övünmek değil; bu zaferlerin nasıl elde edildiğini; zaferlerin arkasındaki yüksek inanç ve ruhu iyi anlamaktır. Bugün de aynı iman ve teslimiyete sahip olup olmadığımızın muhasebesini yapmaktır.

Türk-İslam coğrafyasının (Doğu Türkistan-Filistin’de yaşanan zulüm) maruz kaldığı zulüm, zorbalık, haksızlık ve kötülükler, zaferlerimizi ve bu zaferlerin arkasındaki ruhu yeniden anlamaya olan ihtiyacımızı çok açık bir şekilde ortaya oymaktadır.  

Unutmayalım ki ecdadımıza bu yüksek ruhu kazandıran “Bizi Biz Kılan Milli Ve Manevi Değerlerimizdir.” 
Coğrafyayı vatan kılan ecdadın dün yaşadıklarını hatırlarsak;  onlar i’la-yı kelimetullah uğruna yaşamışlardı… Yeryüzünde hak, hakikat, adalet, hukuk, ahlak, barış ve huzur egemen olsun diye çaba sarf etmişlerdi...  

Ecdadın dün yaşadıkları samimiyet ile “Mazlumların Sığınağı, Zalimlerin Korkulu Rüyası” olmuş, vatan, millet, din, iman ile  yaşadıkları değerlerin odağında, mukaddes bildiği değeri için “Allah, müminlerden, mallarını ve canlarını cennet karşılığında satın almıştır” Tevbe/111 ayeti ışığında yaşamış, candan ve canandan vazgeçmeyi göze almışlardı...

Asıl zafer, insanın gönlünü kazanmaktır. Asıl fetih, bir kalbi hakikate açmaktır. Zafer, egemen olma hırsına kapılmadan güzelliği herkesin avucuna bırakabilmektir. Fetih, insan iradesini incitmeden, baskı ve zorlama yapmadan, vatan, millet, bayrak sevdasının, imanın ve İslâm’ın gönüllere teklif edilmesidir. Zaferlerin arkasında hep aynı ruh vardır. Bedir’de de aynı ruh vardı, Malazgirt’te de, 30 Ağustos 30 Ağustos Zaferimizde de…

İşte bu ruh, İstiklal şairimizin, “Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar / Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var / Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar / 'Medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?” dizelerinde ifade ettiği fetih ruhunun ta kendisidir.  
Unutmamalıyız ki;
birçok milleti, dini ve devleti bünyesinde barındırmış yapısı içerisinde birçok kültüre ayak uydurmuş bir coğrafyaya sahip olan Anadolu, dünya medeniyet tarihinde “Vatandaşlık bağıyla, kültür temelinde millet olmayı uygulama pratiği olan ve bu uygulama pratiğinin, ilk yazılı belgesinde açıklanan şekli ile; Kök-Türk Yazıtlarındaki Türk budun sözü de tüm genişlik ve derinliği ile iyice anlaşılamamaktadır. Türk budunu, Türk devleti içinde yaşayan herkestir, yani siyasi bir birliktir. (Mo-tun'un (Mete Han) M.Ö. 176'da (Devlet en geniş sınırlarına ulaştıktan sonra( Çin İmparatoruna yazdığı mektupta da aynı anlayış görülmektedir. Bu mektubunda (METE HAN) Mo-tun, “eli yay tutabilen kavimlerin hepsi Hun oldu” demektedir. Yani, Mo-tun'un devleti içinde toplanan kavimlerin hepsinin Hun adı altında birleştiği görülmektedir. Mo-tun’da (Mete Han)bir tek devlet, bir tek halk ve bir tek hakan anlayışı ve inanışı görülmektedir.   (Ögel, 1982, 110), cümlelerinde yer alan mana derinliğinde; birçok milleti, dini ve devleti bünyesinde barındırmış yapısı içerisinde birçok kültüre ayak uydurmuş bir coğrafyaya sahip olan Anadolu’ya girerken, bu coğrafyaya hazırdı…

30 Ağustos Zafer Bayramı; ecdadın “Hürriyet ve İstiklal” mücadelesindeki emsalsiz, destansı zaferidir ki; Malazgirt’te dün yaşadığımız coğrafyanın kapıları yeniden açılan, Miryakefalon’da tapusu alınan Anadolu’nun ebedi yurt olacağının tescilinin olduğu zafer olup, TÜRK TARİHİNDE ise apayrı bir yer tutar.

Türk Milleti’nin gerçek karakterini bir kez daha dosta ve düşmana gösteren bu zafer; yok edilmeye ve elinden bağımsızlığı alınmaya çalışılan bir milletin; var olma mücadelesinin, Türk Milleti’ni yok etmeye çalışan emperyalizme karşı, Türklüğün “ebedi bekâsının” zafer ilanıdır.

Bu zafer; Mustafa Kemal’in önderliğinde ecdadın, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü, devletin varlığı ve bağımsızlığı temelinde, yokluğa, yoksulluğa, haksızlığa, işgale ve zulme baş eğmeyenlerin, istiklale inananların zaferidir.

Bu zafer; şanlı, şerefli ve necip bir milletin “küfre ve zulme” karşı yüzyıllar boyu gösterdiği dik duruşun, en büyük abidelerindendir.
Bu zafer bir kez daha göstermiştir ki; Türk Milleti, bağımsızlığına, birliğine önüne çıkartılan her tür engeli en zor şartlarda dahi ortadan kaldırmış, en kritik dönemlerde de birlik ve beraberliğini korumuş ve bu birlik içerisinde önüne çıkan her engeli aşmıştır.

Bu satırlar, tarihi tespitler olup, duyguların satırlara yansımadır… Oysa zaferi getiren, temel değer olan ve kalabalıkları ortak değer etrafında bir ve beraber kılan kültürün maddi ve manevi derinliğini hatırlamak gerekmiyor mu?

Bu hatırlamaları neslin inşa sürecinde istikbalin teminatı olan çocuklarımıza anlatacak eğitimcilerimize aktarmak, nesle nasıl aktarabileceği yönünde farkındalık sağlamak gerekmiyor mu?

Yarını kazanmak; kültürel derinliğimizde, milli ve manevi değerlerimiz merkezinde medeniyet tasavvurumuzu sağlam temelde yaparak, dün başlayan ve nefsin rüzgarında artan ve devam eden, toplumsal yapımızda yaşanan hatalara dur diyerek, “Hepimiz Biriz. Biz TÜRKİYE'YİZ” diyebilmemiz yönünde, yeni başlangıçlar yapabilmemiz açısından, suçlu aramak, bir birimizi suçlamak yerine, milli menfaatlerimiz merkezinde, yaşadığımız sorunların çözümünde uzlaşarak, toplumsal dinamiklerin harekete geçirilmesiyle mümkün olacak…

Dün başardığımız gibi… 
9 Mayıs 1920’de okunan İcra Vekilleri Heyeti programına bakıldığında; “…milli şuuru geliştirme, kendine güven duyma, girişim gücüne sahip olma, kendi bünyemize uygun programlar geliştirme gibi bugünkü modern eğitimde kullanılan temel ilkelerin daha o zaman düşünüldüğü görülür.(Karagözoğlu, 1985,s.196 ).

İcra Vekilleri Heyeti Programında eğitim ve öğretimle ilgili olarak şöyle denilmektedir: “Maarif işlerinde gayemiz; çocuklarımıza verilecek eğitimi her anlamıyla dini ve milli bir konuma getirmek ve onları hayat mücadelesinde başarılı kılacak, dayanaklarını kendi öz benliklerinde bulduracak, girişim gücü ve kendilerine güven gibi karakter verecek, üretici bir fikir ve şuuru uyandıracak, yüksek bir düzeye ulaştırmak; resmi öğretim ve eğitimi, bütün okullarımızı en bilimsel ve çağdaş olan esaslar ve sağlık kuralları içerisinde yeniden düzenlemek ve programlarını iyileştirmek; milletin var oluş nedenine, coğrafi ve iklim şartlarına, tarihi ve toplumsal geleneklerimize uygun bilimsel ders kitapları meydana getirmek; halk kitlesinden sözleri toplayarak dilimizin sözlüğünü yapmak; bizde milli ruhu artıracak tarihi edebi ve sosyal eserleri bilgili ve yetenekli kimselere yazdırmak; eski milli eserlerimizi kayıtlara geçirmek ve korumak; batının ve doğunun ilmi ve fenni eserlerini dilimize çevirtmek kısaca bir milletin hayat ve varlığını korumak için en önemli etmen olan maarif işlerine özel bir dikkat ve çaba göstererek çalışmaktır” (TBMM ZC, Devre I, Cilt I, s. 241-242 ).

Değerlerinden kopan, hazzının tatmini odağında yaşayan bir neslin yetişmesinin getirdiği yıkımın altında hep birlikte kalıyoruz.

Yaşanan bu kaotik durumdan kurtulmanın toplumun her katmanının, her ferdinin mesuliyeti olduğunu düşünüyoruz. ,

Bu açıdan; toplumda yaşanan hataların düzeltilmesi için, siyasi şahsiyetler başta olmak üzere, yaşanan sosyal çözülmeye dur demek, değerler odağında bir eğitim sürecinde verimli olmak, müteşebbis yönü gelişmiş, salt hazzı merkezinde yaşamayan, haddin eğitimini almış olup, “Hamd” noktasına varmış, özgüveni yüksek bireylerin yetişmesi yönünde, siyasi kutuplaşmayı körüklemek yerine, örgün ve yaygın eğitim sürecinde, milli ve manevi açıdan, 1920 hedefinde de de yer aldığı üzere; “…çocuklarımıza verilecek eğitimi her anlamıyla dini ve milli bir konuma getirmek ve onları hayat mücadelesinde başarılı kılacak, dayanaklarını kendi öz benliklerinde bulduracak, girişim gücü ve kendilerine güven gibi karakter verecek, üretici bir fikir ve şuuru uyandıracak, yüksek bir düzeye ulaştırarak…”, kaybettiğimiz değerleri yeniden  kazanmak gerek yarın daha çok geç olmadan…

Bu duygu ve düşünceler ile şahsım ve Eğitimde Kaliteyi Geliştirme Derneği Yönetim Kurulu ve üyelerimiz adına;  
26 Ağustos 1071’de Malazgirt’te sadece Anadolu’nun kapılarını açarak, bize bir vatan bırakan Sultan Alpaslan’a ve o isimsiz Alperenlere, kahramanlara, kendilerine emanet edilen bu cennet vatanın, muhafazasının öneminin mana derinliğinde, 30 Ağustos’ta Gazi Mustafa Kemal önderliğinde, yokluklar içinde ve en ağır şartlar altında, yedi düvele karşı koruyan, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, canlarını feda ederek. bizlere eşsiz bir vatan bırakan aziz şehitlerimize,  Hakk’a yürüyen kahraman gazilerimize, neslin inşa hassasiyetinde görev yapan, bu süreçte bu kutlu ideale dönük gözünü kırpmadan can veren eğitim şehitlerimize de Yüce Rabbimden rahmet diliyorum.” dedi

------------
(1) Karagözoğlu, G.(Kasım 1985), Atatürk’ün Eğitim Savası
(2) TBMM Zabıt Ceridesi, Devre I, Cilt I, s. 241-242

 

Metin AKGÜN
Eğitim Bilim Uzmanı
Eğitimde Kaliteyi Geliştirme Derneği Yönetim Kurulu Başkanı

Bakmadan Geçme