Said Yalçın

Ülkücülük Bir Rozet Değil, Bir Vicdan Meselesidir

Said Yalçın

Her şey bir soru ile başladı:
İnsan neden bir davaya gönül verir?
Neden kendi hayatının önüne bir ülküyü koyar, neden bazen yalnızlığı, bazen kırgınlığı, bazen de sesi çıkmayan emeği tercih eder?

Bu sorunun bende tek bir cevabı var:
Çünkü ülkücülük; bir rozet değil, bir vicdan meselesidir.

Türkiye’de ülkücülük kavramı çoğu zaman yanlış yerlerde tartışıldı; kimileri için bir siyasi kimlik, kimileri için bir seçim aracı, kimileri için bir taraftarlık haline dönüştü. Oysa işin özü çok daha eskiye, çok daha derine dayanır.

“Ülkü”, Türkçe’nin en duru kelimelerinden biridir: İdeal.
Ülkücülük ise idealizm demektir.
İnsanın kendinden büyük bir işe adanması, bir milletin geleceğini kendi geleceğinden üstün tutmasıdır.

1950’lerde Türk Milliyetçileri Derneği’yle birlikte anlam kazanan bu kavram, 12 Eylül’ün karanlık döneminde bedelini en ağır ödeyen topluluklardan biri oldu. MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası kapsamında yargılanan yüzlerce kişi, makamı ya da mevkii değil; bir duruşu savundu.

Bugün geriye dönüp bakınca anlıyorum ki ülkücülük;
görev verildiğinde sahiplenilecek, görev bitince bir kenara bırakılacak bir kimlik değildir.
Bu dava, kişinin kendisiyle yaptığı bir ahlâk anlaşmasıdır.

2017 yılı…
MHP Malatya İl Başkanlığı'nda Bülent Avşar’ın liderliğinde görev aldığım dönem.
Basından sorumlu başkan yardımcılığı…
Üç yıl boyunca gece gündüz demeden, söz verip sözünden dönenlerden değil; yük alıp yükü taşıyanlardan oldum.

O dönemde yapılan genel seçimlerde 89 bin oy alınmış, Malatya’dan bir milletvekili çıkmıştı.
Birkaç bin oy daha olsaydı ikinci vekillik geliyordu.
Bu başarıda herkesin emeği vardı; kırılanı onaranın da, görünmeyeni görünür kılanın da, koşanın da, susanın da…

Ama zaman geçince insan garip bir gerçekle yüzleşiyor:
Başarı kolay unutuluyor, emek ise hiç hatırlanmıyor.

Cenazen olur — üç gün sonra “abi haberimiz yeni oldu” diye arayanlar çıkar.
Ameliyat geçirirsin — beş gün sonra “kardeşim kusura bakma yeni duydum” sözleri gelir.
Yıllarca aynı davanın çatısında bulunduğun insanlardan ses çıkmaz, selam gelmez, ilgi olmaz.

Kırıldım mı?
Hayır.
Bugün daha iyi anladım:
Dava adamlığı insanın yalnız kaldığında belli olur.

Fakat bir gerçek var ki hakkın teslimi boynumun borcudur:
İyi ki Bülent Avşar ile aynı yönetimde çalışmışım.
İyi ki o dönemin yükünü birlikte taşımışız.

Dürüstlüğün bir insanın en büyük sermayesi olduğunu o dönemde daha iyi öğrendim.
Boşuna dememişler:
“Dürüstlük, insanlığın aynasıdır.”

Bugün o aynaya baktığımda, vicdanımın rahat olduğunu görüyorum.

Ülkücülük, en çok da zor zamanlarda ne olduğunla ilgilenir.
Bir telefon açmayanın değil, gönlünde yer açanın kardeşliğidir ülkücülük.

Bu yüzden rahmetli Başbuğ’dan sonra davanın düsturunu taşıyan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin şu sözü bu meselede mihenk taşıdır:

“Dava adamı olmak; nefsi yenmek, makam ve mevki için eğilmemektir.”

Bir başka sözünde ise ülkücülüğü şöyle özetler:
“Ülkücülük vakar, sabır, metanet ve cesaret demektir.”

Bugün kırgınlıklarım geçicidir, ama ülküme bağlılığım kalıcıdır.
Çünkü ülkücülük, bir grubun değil; bir insanlık hâlinin adıdır.

Sonunda anlıyorum ki…
Bu dava hatırlananlarla değil, unutulanlarla yürür.
Sesi çok çıkanlarla değil, sessizce iş yapanlarla ilerler.
Kalabalıkta güçlü görünenlerle değil, yalnız kaldığında bile doğru bildiğinin arkasında duranlarla büyür.

Bir ülkücü için asıl mesele budur:
Görev verilince çalışmak değil, hatırlanmasa da davasına sadık kalmaktır.

Bu yüzden bugün de, yarın da sözüm nettir:
Ben ülkücülüğü bir kimlik olarak taşımadım; bir ahlak olarak yaşadım.
Ve bilirim ki hakikatin olduğu yerde unutulmak kayıp değil, çoğu zaman şereftir.

Geriye kalan ise sadece şu cümledir:
Kırgınlıklar geçer…
Ama ülkü baki kalır.

Yazarın Diğer Yazıları